28 Haziran 2011 Salı

Canım İstanbul

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.


İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih`ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...


O manayı bul da bul!
İlle İstanbul`da bul!
İstanbul,
İstanbul...


Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir "Katibim"i...


Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...


Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıkoy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şoyle dursun, ağlayanı bahtiyar...


Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…




Necip Fazıl KISAKÜREK

16 Haziran 2011 Perşembe

RÜCÛ

Sen benim gözümde bir rivayettin
İlk değil alçağı yüksek görüşüm
Sanma ki sen bana ihanet ettin
O senin aslına rücu edişin

Gün olur kediye düldül derim ben
Gün olur baykuşa bülbül derim ben
Tedirgin etse de gerçek ötüşün
O senin aslına rücu edişin

Caymadım cüceyi yüce görmekten
Caymadım cahile cüret vermekten
Gözümden düşse de hal ve gidişin
O senin aslına rücu edişin

İlk defa vurmadım başımı taşa
Yanıla yakıla geldim bu yaşa
Sanma ki sen beni aldattın hâşâ
Çoktandır başladı bende bitişin
O senin aslına rücu edişin

Kahrını çektiysem vardır bir neden
Sensin bu duyguyu bende üreten
Gübredir toprağı verimli eden
Kim kimi kullanmış şöyle bir düşün
O senin aslına rücu edişin

Oyun bitti bu son perde son gala
Güçlü olsan başarırdın pekâlâ
Aslan rolü yakışmıyor çakala
Bırak da kendine gelsin gidişin
O senin aslına rücu edişin...

Cemal SAFİ

12 Haziran 2011 Pazar

Bugün benim doğum günüm :))

Bugün benim doğum günüm sevgili seyir defteri. Seni açalı 2 yıl oldu yani..

Anneme gittim bugün. Ben konuştum o dinledi. Dinlemek iyi de keşke bir de cevap verseydi.

Anlattım her şeyi, hayatımdaki değişenleri, değişmeyenleri, değişsin ya da değişmesin diye dua ettiklerimi, yorgunluklarımı, umutlarımı, yıpranmışlıklarımı, yıprattıklarımı, aklıma ne geldiyse, dilimden ne döküldüyse,

Anlattım...
Anlattım...
Anlattım...

Mutlaka bana verecek cevapları, kızgınlıkları, kahkahaları, öğütleri vardı. Belki söyledi ama benim kulağıma ulaşmadı. Ancak şu bir gerçek ki yüreğime ısındı. Burnuma tanıdık bir koku geldi... Yüzüme kocaman bir tebessüm, gözümün ucuna da bir damla yaş...

İyi geldi konuşmak.

Sonra İstanbul'uma döndüm. Dedim ya bugün benim doğum günüm, İstanbul'umla baş başa kutladık. Bana huzur, umut, güç hediye etti. İçine biraz sabır biraz da anlayış katmış. Bendekilerin azaldığını düşünmüş olmalı. bir de dondurmalı kazandibi verdi. Eyüp'ün huzurlu kalabalığında, insanı yormayan gürültüsünde keyifle yedim tatlımı. Mum yoktu üstünde ama ilk lokmayı yemeden önce tuttum bütün dileklerimi. Bakalım gerçekleşecek mi zaman gösterecek.

İstanbul'umla baş başa dedim ama yalnız bırakmadı dostlarım. Mesajlar, telefonlar bir kutlamalar bir kutlamalar...

Güzel oluyor doğum günleri. İnsan aslında ne kadar çok olduğunu anlıyor. Ne kadar çok yüreğe dokunduğunu, ne kadar çok hayata dahil olduğunu... Kimine şöyle bir uğramış, kimine kan gibi bağlanmış olduğun çeşit çeşit yaşam gelip buluyor seni doğum gününde. Mesele hatırlanıp hatırlanmamak değil aslında, mesele dokunduğun hayatlara ne bıraktığın. Bugün gördüm ki güzel şeyler bırakmışım ben.

Bugün benim doğum günüm, kendimi şımartmam için en uygun gün. Eyüp'ün huzurunda, dinginliğinde tavşan kanı bir çay içmenin tam vakti olsa gerek. Öyleyse şu garsonu bir çağırmak gerek :)

NOT : Bu arada kendime doğum günü hediyesi yüzük aldım, sempatime sempati kattım deftercim :)

Beyazlık testi...

Nerede ve nasıl yetiştiğinizin bir önemi yoktur bazı şeyler için. Onlar siz yaratılırken serpiştirilir karakterinize. düzgündür insan yaratıldığında. Kontrol yaratıcının elindedir. ne zaman ki kendi benliğinin yönetimi eline verilir insanın, işte o zaman renkler değişir. Her şeyiyle beyaz yaratılmış olanlar kendilerince renklerini seçerler. İnsan olmakla, olmamak arasında sürükler durur fırçasını. En çok çocukken beyazdır insan. Dedim ya nerede ya da nasıl yaşadığı çok da önemli değildir. Çünkü henüz kontrol eline geçmemiştir. Bir şeyler hâlâ beyazdır. geçen gün gördüğüm çocuklar gibi...

Mecburi bir sebepten biraz varoş bir sokaktan geçerken gördüm onları. Kırılmış dal parçalarını toplamışlar. Bir arsanın orta yerine yığılmış olan kum - toprak karışımı bir tepeciğin oraya taşıyorlardı. Elleriyle kumda çukurlar açıp dalları oraya saplıyorlardı. sonra toprağı tekrar elleriyle düzeltip dalın dibine su döküyorlardı. Kendilerince oyun oynadıklarını düşündüm. Sonra ufaklıklardan (ki yaşları taş çatlasa 6'dır.) kısacık saçlı kız olanı ellerini eteğine silip temizleyerek arkadaşına sesleniyordu. "Ben bunları ekmeye devam edeyim. sen ötekileri getir. Onları da ekince küçük orman hazır olur. Bunlar büyüyünce de salıncak kurarız." diyordu.

O sözleri duyunca ne yapacağımı şaşırdım. Bir kaç tane ufaklık kendince kendilerince orman yapıyordu. Hem de kırılmış dallardan. Belki bir oyundu bilinmez, sorma fırsatım olmadı, bundan sonra da olacağını sanmam. Niyet ne olursa olsun sözler önemliydi benim için aslında. Çocuktu ve orman yapmaya uğraşıyordu. Biz çok bilmiş büyükler mevcut ormanları yok edip daha "yaşanılası yerler (!)" yapmaya çalışıyorken bu küçücük yürekler ormanlar yapıyordu.

Dönüp kendime baktım. Ne zaman beyazlarımı yitirmiştim. Kendimce çevreye zararsızdım ama onlar kadar beyaz değildim işte. Üzüldüm kendime, renklerime, beyazımın azlığına. Küçülmek istedim, küçülürsem beyazım çoğalır, renklerim temizlenir diye düşündüm ama bazen düşünmek başarmanın yarısı olmuyormuş.

Ben çok renkli az beyazlı büyümüşlüğümü yanıma alıp yola devam ettim. O küçücük boylu, kocaman yürekli, bol beyazlı ufaklıklar ise ormanlarını büyütebilmek için dal taşımaya devam etti.

Dua ettim giderken. "Beyazınıza fırçanız değmesin inşallah, yüreğinizin rengine aklınızın rengi bulaşmasın ve ormanınız gerçeğe dönüşsün." diye...

İçimde kalmış az biraz beyazın hatırına kabul olur belki duam kim bilir...