İstanbul Şehir Tiyatroları’nda şu sıralar 3 oyun gösterilmekte. İstanbul Efendisi, Tarla Kuşuydu Juliet ve Marat-Sade. Üçü de birbirinden çok farklı hikâye ve karakterler barındırıyor. Tabi ortak olan yönleri de yok değil. Mesela kadroları, ya da dekor ve kostümleri ya da sağlam birer metne sahip oluşları diyebilirim. Bu üç oyunu tüm farklılıklarının içinde ortak bir başarı noktasına ulaştıran bu unsurları görmezden gelemem kesinlikle. Sonuçta her yönüyle bir bütün olarak beğeni kriterlerimi 12’den vuran çok fazla oyun yok. Birinin oyunculukları zayıf, metni sağlam olur. Ötekinin taş gibi, su gibi seyirlik oyunculuğu vasat dekor ve kostümde kaybolur gibi gibi gibi hep bir yerden bir noksanlık gelir benim üç kuruşluk tiyatro keyfimi bulur. Ama yukarıda bahsettiğim üç oyun da benim nazarımda %100’lük bir başarı almış bulunmakta. O sebeple üç oyunda da emeği geçenleri tekrar ayakta alkışlıyorum.
Ancak…
Seyir defterime düşürmek istediğim esas nokta başka. Aslında üç oyunu da kapsayan tek ortak noktaya daha doğrusu tek ortak kişiye değinmek istiyorum. En azından benim bildiğim tek. Perde arkasında başka ortak isimler varsa bilemem. :)
Çağlar ÇORUMLU…
7 numara’nın Yusuf GÜDÜK’ü olarak tanıdığım ve sonrasında rol aldığı yapımlarda da keyifli ve başarılı bir oyunculuk sergileyen bu başarılı oyuncuyu sahnede ilk kez İstanbul Efendisi’nde izledim. Efendinin oğlu İrfan rolündeydi. Daha nasıl bir performansla karşılaşacağımı bilmeden heyecanlanmıştım. Çünkü ekran başında başarılı bulduğum biri mutlaka sahnede de başarılıdır diyordum. Halbuki bu fikrimin yanılgısını hem Mehmet Ali ALABORA hem de Melek BAYKAL’da ciddi biçimde yaşamıştım. Ekranda izlerken kötü dediğim Mali sahnedeki oyunculuğunu tokat gibi indirmişti yüzüme. Ekranda beğenerek izlediğim Melek Hanım’sa Sokrates’in Son Gecesi’nde Odi’nin hayallerinin yıkıldığı yer isimli tek kişilik gösteriye atmıştı beni ilkokul müsameresi performansıyla. Hal böyle olunca da ön yargılarımı ve beklentilerimi gişede bırakır olmuştum tiyatroya giderken.
Ama dedim ya Çağlar Bey’i sahnede görünce “aha” dedim. “Aslanım Yusuf’um Güdük’üm geldi.” Oyun boyunca hayranlıkla izledim tüm kadroyu ama özellikle Çağlar Bey’i. Sanki onun rolü bir tık öndeydi. Daha doğrusu bir kademe zorlayıcıydı. Zaten Osmanlı İstanbulu’nda geçen bir oyunda mevcut metin dil bakımından yeterince zorlayıcıyken Çağlar Bey’in payına düşen kısımlar iki kat ezber gücü istiyor gibiydi. Ben ki kendi ezber kabiliyetimi gayet takdire şayan bulurdum ki o metni görünce şapka çıkarttım. :) Velhasılı kelam Çağlar Bey oyun sonu fikri beklentilerimi boşa çıkarmadığı için iki kat alkış almıştı şahsımdan. Gerçi Engin ALKAN’a göre de oyunun yıldızlaşan ismi olmuş olmalıydı ki toplu selam sonrası kendisini şöyle “solo bir alkışı hak ettin kerata” dercesine sahnenin orta yerine iteleyip tekrar alkışlatmıştı.
Oyun sonrası soranlara “vay be helal olsun hakikaten sağlam oyuncuymuş” nidalarıyla ballandıraraktan sanki benim eserimmiş gibi böbürleniyordum ki, bir arkadaşım “Tarla Kuşuydu Juliet’te de oynuyor orda da acayip iyi bir performans sergiliyor” diyince gelecek ay gidilecekler listesine tepeden giriş yaptı ikinci oyunumuz Tarla Kuşuydu Juliet.
Gün doğdu, gece bitti Pazartesi sendromu, Cuma geldi yaşasın tatil mutluluğu derken günler akıp gidip oyun gününü getirdi. Arkadaşlardan aldığım ara gazla acayip bir şekilde motive olarak kuruldum salondaki yerime. Beni gören de sahneye ben çıkacağım zanneder :) son kez cep telefonumu kontrol edip (tiyatro kırosu olmamak lazım efenim dimi :)) kendimi oyuna adapte ettim. Gayet keyifli giden oyun Çağlar Bey’in sahneye gelmesiyle zirve yaptı. Mezarından fırlamış bir Shakespeare olarak tiratları çatır çatır attı. O dörtlükler üzerinden konuşmalar, şarkı söylemeler, derdini anlatmaya çalışmalar, hem Romeo ile Juliet’e hem de seyirciye laf yetiştirmeler… Tamamiyle oynadığı bir önceki karakterden sıyrılmış ve bir bütün olarak bu yeni role bürünmüş.
Hani olur ya kalıplaşmış oyunculuklar. Mesela bir Mehmet ASLANTUĞ bir Cansel ELÇİN bir Murat YILDIRIM ne rol oynasalar bildik tanıdık yeniliği olmayan bir tip. Katili de oynasa, asilzadeyi de oynasa aynı tek düzelik. İşte o yoktu burada. 2 hafta önce aynı adam başka bir roldeydi şimdi başka. “Karakter farklı kardeşim tabiî ki aynı olan bir şeyi sergilemez adam” diye düşünülebilir ama öyle değil be abi… Oyuncunun kalıplaşmış bir hali varsa Kral Henry iken de o kalıptır, Çoban Ali iken de o kalıptır. Çağlar Bey’in sahneleme üslubunda o tek düzelik yoktu. Bu da izlenebilirlik skalasını yükseltiyordu. Oyun olarak da, oyunculuk olarak da İstanbul Efendisi’nin birkaç tık üstüne çıkan Tarla Kuşuydu Juliet’in bitiminde hem alkışlıyor hem de Çağlar Bey’in performansın “ Yok artık Lebron James” diyordum.
Üçlemenin son halkası olan Marat-Sade’yi ne yalan söyleyeyim Murat GARİBAĞAOĞLU için izlemek istiyordum. Tabi oyunda Çağlar’ın (3. Oyun oldu canım, kankam oldu o benim artık bey mi diyeceğim bir de :) ) rol aldığını da öğrenince “yok devenin bale pabucu” dedim. Bu adam beyin diye ne taşıyordu da böyle baba oyunlar da gayet hacimli rollerde ustalıkla oynayabiliyordu. Kısa devre yapmıyor musun dostum diye sorarlar adama ya.. Yine de dedim sonuçta adam işini yapıyor ama kafam da kurcalanmıyor değil o kadar metni su gibi ezberleyip teklemeden sahnelemek harbi kabiliyet ister.
Bütün bunları düşüne düşüne Marat-Sade gününe geldim. Oyun bir akıl hastanesinde geçtiğinden sebep herkes deli. E tabi delidir ne yapsa yeridir diye herkes ayrı telde. Kimse kimseyi beklemiyor repliği bitsin de sıra bana gelsin diye. Hepsi ayrı âlemde. Bu sebeple de takibi zor bir oyun. Çünkü kimseyi kaçırmak istemiyor insan. İzlerken fark ettim ki herkese yetişicem diye herkesi kaçırır oldum. Dedim ben direkt konuşana kitleyeyim algımı. Bu metot tam işe yaradı diyordum ki, Çağlar ÇORUMLU’nun her repliği söylediğini fark ettim. Adam kendi rolü dışındaki replikleri de ezberlemiş. O andan sonra ne Murat Bey kaldı ne de diğer değerli oyuncular. Sahne ana-baba günü ama ben Çağlar Bey’i takip ediyorum sadece. İnsan ister istemez şaşırıyor “bu adam insan mı” diye. Bu nasıl bir hafızadır, nasıl bir ezber gücüdür ya Rabbim diyorsun ister istemez. Zaten beklenti seviyem zirve yapmış bir şekilde gittiğim oyundan tavan yapmış bir keyif ve “Vallahi helal olsun” nidalarıyla ayrılmakta ayrı bir durumdur efenim.
Velhasılı kelam bu oyunda da diğer ikisinden çok farklı bir karakterdi ve hiçbir tek düzeliği yoktu. Sonuç olarak gerçekten işine değer vermek “senin işine kıymet verip oraya gelen insanlara” saygı göstermek ve bu saygı çerçevesinde işini hem keyifle hem de ciddiyetle yerine getirmek zordur. Herkes bu zorluğun altından kalkamaz. Ancak Çağlar Bey bu zorluğun altından kalkabilecek kapasitede ve kalitede olduğunu çok net bir şekilde ortaya koydu.
Bu arada Marat-Sade oyununda peltekti. Acaba adam gerçekten peltekti de ben mi yeni fark ettim. Yoksa oyun gereği mi peltekti çözemedim. En kısa zamanda kendinse ulaşıp sormalı bunu...
Bir de tekrar soruyorum bu yazıyı okuyan herkese…
Bu Çağlar ÇORUMLU insan mı? O insansa ben neyim? Ben insansam o ne oluyor.. :) :)
NOT 1: Bu kadar Çağlar ÇORUMLU reklamı yapmış olduğuma bakmayın, 3 oyunda gerçekten çok kıymetli oyuncular barındıran izlemesi cidden keyif veren taş gibi oyunlardır. İmkan bulan herkes gitsin izlesin keyif alsın efenim. Gerçi bilet bulmak zor ama imkansız değil. Biraz çabayla ve doğru zamanlama ile bilet sahibi olabilirsiniz.
NOT 2: Oyunlarla ilgili bilgileri aşağıdaki linklerden edinebilirsiniz.
İstanbul Efendisi : http://www.ibb.gov.tr/sites/sehirtiyatrolari/tr-TR/Sayfalar/Oyun.aspx?oyunid=313
Marat-Sade : http://www.ibb.gov.tr/sites/sehirtiyatrolari/tr-TR/Sayfalar/Oyun.aspx?oyunid=370
Tarla Kuşuydu Juliet : http://www.ibb.gov.tr/sites/sehirtiyatrolari/tr-TR/Sayfalar/Oyun.aspx?oyunid=340
Ayrıca İstanbul Efendisi ve Tarla Kuşuydu Juliet oyunları için kendi sitelerinden de detaylı bilgi alabilirsiniz. Herkese iyi seyirler....
http://www.istanbulefendisiardiyesi.tr.gg/
http://tarlakusuydujuliet.tr.gg/
22 Şubat 2011 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)